Nereden başlamalıydı şimdi yaşamaya. Sanki tüm yolların
önünde bir taş tüm çıkışların ardında bir felaket vardı. Ne bir adım ileri
gidebiliyordu ne de geri. Olduğu yerde ağrıyan bacaklarına direniyordu
yalnızca. Elbet son bulacaktı bu bekleyiş. Lakin anlamıyordu,
anlamlandıramıyordu olanları. Neden yaşıyordu tüm bunları. En basitinden şu
bekleyiş bile ne kadar gereksizdi ona göre. Çekip gidebilmeliydi, dönüp
bakmadan koşabilmeliydi korktuğu o çıkışlara. Şimdiye dek öyle yapmamış mıydı
hep. Bu hal ona artık bambaşka biri
olduğunu fısıldıyordu işte. Ve düğümlenip kalıyordu tüm fikirleri bu noktada.
Söyleyecek ne tek kelime sözü kalmıştı ne de bir damla gözyaşı. Yaptığı her
şeyi sorguluyor, sonuçlarını hesap etmekten yorgun düşüyordu.
Bomboş sokakta düzensiz adımlar atmaya başladı. Evine
gidecekti. Bu çıkmaza orada devam ederdi en azından. Hem bu kemiklerine işleyen
soğuğun onu hasta etmesini, ruhu gibi bedeninin de hasta düşmesini istemezdi.
Şimdi gözüne olduğundan daha kasvetli görünen evleri ardında bırakarak taş
yolda yürüyordu. Kalın paltosunun ceplerine soktuğu ellerini çıkartıp atkısını
düzeltti. Havalar ne zaman düzelirdi acaba.
Nihayet evine ulaştığında bir parça dağıldı zihnindeki
bulutlar. Işıksız merdivenleri dönerek çıktı ve evinin kapısını alışkanlığın
vermiş olduğu bir çabuklukla açtı. Paltosunu yerine asıp mutfağa yönlendi.
Porselen fincanına sıcacık çayı doldururken yüreği ısındı
sanki. Ne çok seviyordu şu çayı. Fincanı alıp pencere kenarındaki koltuğa
oturdu. Yola bakıyordu penceresi. Gelip geçenleri izlemek oyalıyordu onu. Şu
yaşında, hayatında oyalanacak pek az şey kalmıştı zaten. Taş yolda yürüyen
insanlara bakar nasıl bir hayatları olduğunu düşünürdü. Bu kendi çıkmazlarından
bir nebze uzaklaşmasını sağlardı. Zihnindeki çarpık fikirler durulur, hayatının
sessiz gürültüsünden kurtulurdu.
Yalnızdı epeydir. Ne çocuk kalmıştı artık yanında ne de
hayat arkadaşı. Dostları dahi tek tük uğrar olmuştu. Yalnızlık öyle kasvetli
gelmiyordu artık. Bir başkasının gözlerindeki ifadeyi sözlerindeki kinayeyi
yahut ruhundaki eksikliği kendine dert etmekte kurtulmuştu. Düşünse de
bulamıyordu. Toplasa bir elin parmağını geçmeyecek sayıda hataları vardı. Ama
ne büyümüştü hepsi insanların ağzında. Ne kadar ezici olmuştu da kamburlaşmıştı
sırtı.
Bir yudum aldı soğumaya yüz tutan çayından. Hep böyle oluyor
diye düşündü. Dalıp gidiyor, çayı içemeden soğuyordu. Hayattaki fırsatlar gibi.
Fark ettirmeden geçip gitmişlerdi, çayın dumanı gibi.

