Sayfalar

27 Haziran 2014 Cuma

Nereden başlamalıydı şimdi yaşamaya. Sanki tüm yolların önünde bir taş tüm çıkışların ardında bir felaket vardı. Ne bir adım ileri gidebiliyordu ne de geri. Olduğu yerde ağrıyan bacaklarına direniyordu yalnızca. Elbet son bulacaktı bu bekleyiş. Lakin anlamıyordu, anlamlandıramıyordu olanları. Neden yaşıyordu tüm bunları. En basitinden şu bekleyiş bile ne kadar gereksizdi ona göre. Çekip gidebilmeliydi, dönüp bakmadan koşabilmeliydi korktuğu o çıkışlara. Şimdiye dek öyle yapmamış mıydı hep. Bu hal ona  artık bambaşka biri olduğunu fısıldıyordu işte. Ve düğümlenip kalıyordu tüm fikirleri bu noktada. Söyleyecek ne tek kelime sözü kalmıştı ne de bir damla gözyaşı. Yaptığı her şeyi sorguluyor, sonuçlarını hesap etmekten yorgun düşüyordu.
Bomboş sokakta düzensiz adımlar atmaya başladı. Evine gidecekti. Bu çıkmaza orada devam ederdi en azından. Hem bu kemiklerine işleyen soğuğun onu hasta etmesini, ruhu gibi bedeninin de hasta düşmesini istemezdi. Şimdi gözüne olduğundan daha kasvetli görünen evleri ardında bırakarak taş yolda yürüyordu. Kalın paltosunun ceplerine soktuğu ellerini çıkartıp atkısını düzeltti. Havalar ne zaman düzelirdi acaba.
Nihayet evine ulaştığında bir parça dağıldı zihnindeki bulutlar. Işıksız merdivenleri dönerek çıktı ve evinin kapısını alışkanlığın vermiş olduğu bir çabuklukla açtı. Paltosunu yerine asıp mutfağa yönlendi.
Porselen fincanına sıcacık çayı doldururken yüreği ısındı sanki. Ne çok seviyordu şu çayı. Fincanı alıp pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Yola bakıyordu penceresi. Gelip geçenleri izlemek oyalıyordu onu. Şu yaşında, hayatında oyalanacak pek az şey kalmıştı zaten. Taş yolda yürüyen insanlara bakar nasıl bir hayatları olduğunu düşünürdü. Bu kendi çıkmazlarından bir nebze uzaklaşmasını sağlardı. Zihnindeki çarpık fikirler durulur, hayatının sessiz gürültüsünden kurtulurdu.
Yalnızdı epeydir. Ne çocuk kalmıştı artık yanında ne de hayat arkadaşı. Dostları dahi tek tük uğrar olmuştu. Yalnızlık öyle kasvetli gelmiyordu artık. Bir başkasının gözlerindeki ifadeyi sözlerindeki kinayeyi yahut ruhundaki eksikliği kendine dert etmekte kurtulmuştu. Düşünse de bulamıyordu. Toplasa bir elin parmağını geçmeyecek sayıda hataları vardı. Ama ne büyümüştü hepsi insanların ağzında. Ne kadar ezici olmuştu da kamburlaşmıştı sırtı.

Bir yudum aldı soğumaya yüz tutan çayından. Hep böyle oluyor diye düşündü. Dalıp gidiyor, çayı içemeden soğuyordu. Hayattaki fırsatlar gibi. Fark ettirmeden geçip gitmişlerdi, çayın dumanı gibi.



23 Haziran 2014 Pazartesi

YOLUN SONU




Bitmiş savaşların hikayeleri dolanıyor hala zihnime.
Unutmayı ne zaman unuttum
Ne zaman yenildim yer çekimine.
Gözlerimdeki ışığı hangi rüzgar söndürdü
Hangi tepeden düştü hayallerim.
Bir son dolanıyor ayaklarıma
Koşamayacak kadar yorgunum şimdilerde
Bırakıp gidemeyecek kadar umutlu…
Ne garip şey şu umut.
Karanlığımın ışığı olmuşken
Şimdi bir duman gibi ciğerime doluyor
Nefeslerimi çalıyor benden.
Felaket bir sel gibi ufuktan kopup
Dört nala kalbime geliyor.
Çocukluktan kalma bir alışkanlıkla
Kapatıyorum gözlerimi,
Bulutları düşlüyorum.
Pamuktan, rengi pembeye öykünen bulutlar…
Altlarında savaş meydanları.
Bitmiş savaşların hikayeleri dolanıyor hala zihnime.
Kaçamıyorum.
Kaçmak ihtimalsiz bir çare şimdilerde.



SAVAŞIN ORTASINDa



Kolay değil yaşamak
Hiçbir an hiçbir can için.
Biz bu dünyanın maceraperest ruhları
Zoru seçmişiz vaktinde
Şimdi ölesiye şikayete vuruyor dilimiz.
Hani yaşama sevincim
Hani nerede umutlu yarınlar
Hangi kaybımın kıyısında unuttum onları
Hayat yolları uzundur kahraman,
Hayat yolları karmaşık....
Olmadan yaşama sevinci
Dayanmak imkansızlığın kıyısına vuruyor böyle
İnsanız nihayetinde.
Uyduruk zaferlerle şahlanan bir atın üzerinde
Dört nala ölüyoruz.