Sayfalar

21 Ekim 2013 Pazartesi

Bulutsuz Yaşamak

       






         Nerden baksak yalan. Bir pusula ki yönsüz ve çok belirsiz. Nerden başlamalı anlamaya, nerde aklamalı insan geçmişi. Bir rüya ki ben rüyayla gerçek arasında buldum onu, hem öyle gerçek bir rüya ki… Öyle rüya gibi bir gerçek… Uyanmak gibi bir çırpıda tükendi  ve uyumak gibi imkansızdı sonsuz olduğunu düşünmek.
        Tüm gülen yüzler aynı şeyi anlatıyor sanki. Hepsi aynı masalı söylüyor, kurmam için aynı düşleri. Öfkem, bir özlemin altında kalıyor. Adımlarım, adımlarım yönünü şaşırıyor. Duruyorum. Ne geçmişime bakıyorum, ne de geleceğe bir merak duyuyorum. Varlığım, öyle birinde ki, biri, öyle bir yerde ki, o yer, öyle uzak ki… İmkansız desem, yalan olacak. İmkanını bulsam, ihtimaller solacak… İşte ben öyle bir yola vurdum ki kendimi, kıyı kıyı özlemler biriktirdim avuçlarımda ve alıp kalbimi koydum bir şehrin bulutlarına. Ama yanlışa karıştı bulutlarım, çok yandı güneşsiz günlerde. Vazgeçtim en sonunda ben de. Bırakıp gittim kalbimi, bulutların içinde. İnsan bulutsuz yaşar mı? İnsan kalpsiz yaşar mı? Yaşıyormuş. Yaşamak dediğin, ölmemekse. İşte bu yüzden hayranımdır her buluta. Hiç biri benim değil bilirim, benimki tükendi  bir sağanakta.
        Yorgun olmak taze bir ömre, küskün olmak tüm kalplere, yalnızlığı seçip silmek tüm sözleri, geç kalmak her sevgiye, zor…  Ben ki nasıl tutarım artık bir eli, benim elimde tuzlu bir sevginin cansız silueti… Tutuk bir güvenin, karanlık boşluğu… Biri anlatsa, nasıl yıkanır bu eller, nasıl doğar güneş bu karanlığa. Ama öyle ya herkesin derdi, başka özel. Sormuyorum sorularımı, söylemiyorum gerçekleri, cevaplar bir boşluğun küreği, sözlerim, yokluğumun lüzumsuz esintisi. Kime anlatırsın, kim dinler ki seni. Bildiğin cümlelerden başka, ne tutar içindeki boşluğun yerini. Ben bana lazım gelen cevapları verdim kendime. Açsalar, ne çukurlar, ne tümsekler yer bulmuş içimde.  Hani delik deşik derler ya, öyle. Hangi ismi bağladıysam, kendi ellerimle söktüm ya onun bedelidir belki de. İşin en tuhaf yanıysa, tüm bu özlemin, karanlığın, yarım kalmış sevginin içinde, bir tek pişmanlığım yok, hiç doğmadı. Çünkü her isme vardı bir çarem.  Ama işte varlığım, öyle birinde ki, biri, öyle bir yerde ki, o yer… Uzak ne demek öğretti. Şimdi tüm inancımla desem ki doğrusundayım bu işin, koca bir yanlış kadar içime sinmiyor.
        Sözler, en anlamsız şeylerdir bu dünyadaki. Ne bu bir sayfa dolusu kelime içimdeki denizin bir damlası olur, ne de şu baktığım deniz, bir cümleyle yok olur. Bir tavır, bir duruşsa sözlerden sonra en sahte olandır. Ne süslü bir maske iyi yapar insanı, ne de insan karanlığını bir maskeyle gizleyebilir. Tek ölçü birimi vardır hayatın, kalbimiz. O ne derse, ne dediyse doğru odur aslında. Ama kimse onun söylediği doğrulara aldırmaz. Ya bir maskeye aldanır ya da süslü sözlere. Kimi  kulak ardı eder kalbinin sesini kimi kalbi diye çok başka seslere kapılır. Bazılarıysa dayanamaz o sese. O vakit çare tektir...

                        İnsan kalpsiz yaşar mı derler. Yaşar. Yaşamak dediğin, buysa eğer. 







7 Ekim 2013 Pazartesi

Karmaşanın ortasında

               Biliriz zaman pek hızlıdır. Aynı anda da pek yavaştır. Zamanın olmadığı bir yer düşlemek vardır bir de. Daha mı iyi olurdu yaşamak, yoksa büsbütün yitirir miydi anlamını, kestiremiyorum.
Zamandan girdim mevzuya.  Evet belki fazla klasiktir bu zamanın göreceliliği muhabbeti. Lakin kırmızı neon harflerle yanıp sönen başka bir şey yok şu aralar hayatımda. Eh görmezden gelmek de güç oluyor tabii.
              Oysa bazen, tekrara düştüğümü hissettiğimde bilhassa, korkuyorum zamandan. Sanki eski hüzünlerimi bir çığ gibi büyütüp üstüme yağdıracak ve ben bunu bekliyorum. Pek umut dolu bir bakış açım yok kabul etmeliyim. Ancak her zaman kendime muhalefet olmayı da bilirim ki böyle düşündüğüm zamanlarda içimdeki o ikinci ses hayatta hiçbir şeyin tekrar etmeyeceğini, aynı görünen olayların bile benim göremediğim kocaman farklılıklarının olduğunu söylüyor. Ona inanıyorum. Bu kez’li cümleler büyütüyorum içimde. Ve altını çize çize inandırmaya çalışıyorum kendimi. Bu kez çok farklı olacak.
             İnsan geçmişiyle barışmalı derler hep. El uzatmalı ona, kabullenmeli. Çok doğru. Bunu yapmam süreçler içerisinde mümkün oldu. Bahsettiğim süreç yılları kapsıyor. Ki bunca geçen yıl bunun gerçek bir kabulleniş olduğunun kanıtıdır bence. Tavsiye etmesi kolay, uygulaması meşakkatli bir eylemdir bu. Ancak hayli faydalıdır insanın ruhu için, kalbini temizlemesi. Hiç kin nefret bağlamaması. Şimdi daha güçlü attığını biliyorum kalbimin. Daha sağlam. Dönüp baktığımda geçmişime, kim dahil olduysa, adını bıraktıysa, her biri için bir gülümsemem ve iyi anılarım var artık. Fakat garip olan bir husus var ki anlamak güç. Beni en yaralayan fırtınayı en kısa sürede atlattım diyebilirim sanırım. Belki de atlatmadım, yalnızca gömdüm bir yerlere. Bilmiyorum. Ama en geride bıraktığım, o oldu zannımca. Belki de onu kaybedeceğimi çok önceden anlamıştım. Ve hazırlamıştım kalbimi bu vedaya. Belki de gördüğüm tüm zararlardan üstümde taşıdığım yükten elimi kolumu bağlayan iplerden kurtulmanın rahatlığı ağır bastı. Bunu hiç bilemeyeceğim.
             Zaman insanlar ve hatta ben değişimdeyiz. Durmadan. Lakin hayatın değişmeyen bir parçasını buldum. Kararlar. Daima bir karara vardırmaya mahkumuz galiba, daima denize ulaştırmalıyız akan nehirleri. Yine bir kararın, belirsizliğin eşiğinde ufkun ötesini görmeye çalışıyorum. Ki imkansız, çocuklar bile bilir bunu. Ama ben söz konusu ‘bazı şeyler’ ise bir çocuktan daha fikirsiz olabiliyorum. Kararsızlığımı bağlamam gereken kararı arıyorum el yordamıyla. İhtimallerin en büyüğü rastgele bir seçim yapacağımı söylüyor. Sonuçlarına katlanırken tek kişilik olsa yerim, mühim değil, bence mühim değilim. Lakin birçok kimseden sorumluyum. Derin bir nefes alıp işaret parmağımı bir denize doğrultmalıyım.

              Daldan dala atladım bu yazımda. Onca zaman oldu, birikmiş içimde yazmak ihtiyacı. Mazur görüp düzeltmedim yazdıklarımı. Bu sefer de böyle olsun bakalım. Önümüz bayram önümüz neşe, verdiğim kararla arife günü tekrar klavyemin başında olmayı diliyorum.