Havada uçuşan tozlar yeni doğan güneşe tutuluyor, yosun
bağlamış taş duvarlara altın tozu gibi serpiliyordu. Gün doğumu bu eski binaya
sızıyor, demirden parmaklıklara takılıp soğuk zeminde gölgeler oluşturuyordu.
Rengi kalmamış bu yüzyıllık demirlerin gölgelerinin bitiminde genç bir beden,
içindeki yorgun ruha ev sahipliği yapıyordu.
Gözlerini açtı hızla. Kalbi
tanıdık bir huzursuzlukla sıkışınca tekrar kapadı gözlerini. Tam göğüs
kafesine yerleşmiş, bir yılan gibi ağır ve hareketli duyguyu tanımlamaya
çabalıyor, damarlarında akan kandan ciğerlerinde gezinen havaya kadar her şey
telaş içinde titriyordu. Yapacak bir şeyi yoktu. Ne durdurabileceği bir zaman
ne de geri dönüp düzeltebileceği bir şey vardı. Bir bilinmezlikte savrulan
ruhunu tutmaktan kan ter içinde kalmıştı. Durmaksızın titriyor, parmaklıklardan
içeri giren serin sabah havasıyla yetinemiyordu. Sık nefesleri ve ter içinde
kalmış alnıyla çaresizliğin canlı tanımı gibi yatıyordu zeminde. Biraz daha
böyle devam ederse çıldıracağından emindi.
Nereye baksa ne görse korkuyla doluyordu kalbi. En fenasıysa
sebebinden habersizdi tüm bunların. Neden yaşıyordu tüm bunları. Bu işkencelere
layık ne yapmış olabilirdi? Hiç umudu hiç çaresi kalmayacak kadar batmış mıydı
en dibe. Ne zaman olmuştu tüm bunlar. Ne ara gelmişti aklını kaçırmanın
kıyısına.
Tüm sevdikleri geçiyordu gözünün önünden. Bu haliyle
yalnızca daha kötü hissettiriyordu onların yüzü. Bedenini ezen bu ağırlık,
boğazına sarılan el daha da kuvvetleniyordu. Onların hayal kırıklıklarını en
derininden hissediyordu kendi yüreğinin. Sanki kendi güvendiği ihanet etmişti
ona. Birde ihanet acısı eklenmişti şimdi duyduğu ızdıraplara. Hiç yoktan
tükeniyordu, tüketiyordu, kendi kendisini…
Nihayet kapının açılma sesiyle kendine geldi. Kollarından
tutulup kaldırıldığını hissetti. Ağzını açtı yalvarmak için. Yardım
isteyecekti, her ne yaşıyorsa kurtarmaları için… Belki de onlar yapmıştı bunu
kendisine. Öyleyse yardım etmezlerdi. Tamamen çaresiz olduğu gerçeği bir kez
daha bıçak gibi saplandı zihnine. Yine ter içinde kalmıştı alnı. Kollarını
tutan kollara tutundu istemsizce.
Açık havaya çıktığını fark etti. Güneş, tükenmiş ruhunu
saklayan yorgun bedenine vuruyordu. Gözlerini kısıp etrafına bakındı. Gördüğü
şeyle aydınlandı yüzü. Gözleri parladı birden. O donuk ve yarı kapalı gözleri
açılmıştı, umuduna bakıyordu. Bitecekti içindeki savaş. Duymayacaktı artık
zihninde dolanan sesleri. Adımları güçlendi. Neredeyse koşacaktı gördüğüne.
Hasır ip terli boğazına sürtününce yorgun ruhu nefes almaya
başladı sanki. Birbirine bağlı elleriyle kurtarıcısı olan ipe tutundu.
Bitecekti. Son nefesini aldı. Ve çölde kurumaya yüz tutan çiçeğin uzandığı bir
damla su gibi uzandı ölüme. Dudaklarının kenarında bir tebessüm asılı kalmıştı.
Gün batımının kızıla boyadığı odada açtı gözlerini. Birkaç
saniye öylece baktı gözleri tavana. Kalbi
tanıdık bir huzursuzlukla sıkışınca tekrar kapadı gözlerini. Hayal mi
etmişti olanları. Rüya mıydı yoksa. Beton zeminde dönüp yanağını soğuk taşa
dayadı. Aynı duygular esir alıyordu ruhunu. Yine benliğini kaybediyor,
kendisine ait olmayan düşüncelerin mahkumu oluyordu. Bu kez kendini kaybetmesi
daha kısa sürdü. Ruhunu, içindeki yabancıya bıraktı. Dayanılmaz düşünceler
sardı yine parçalanmış zihnini. Mantığı acımasızlaştı, öyle ki keskin bir bıçak
olup kesti tüm umutlarını. Yine çaresizliğin kollarında çırpınmaya başlamıştı.
Yine ter basmıştı alnını. Yine ağırlaşmıştı göğsündeki şey, dolanıyordu
damarlarında sebepsiz bir telaş. Aldığı nefeslerle yetinemiyordu yine bedeni.
Yine bağıra çağıra yardım istiyordu ama açamıyordu bile ağzını. Ve o kendisine
ait olmayan mantığı, o karanlık ses, kimsenin
yardım edemeyeceği fikrini fısıldadı ruhuna.
Nerden geldiğini bilmediği sesler duydu. Kolunu tutan
sımsıkı bir kol… Ve soğuk metalin tenine girişini hissetti. Tüm seslerin
susuşunu ve nihayet boğuk sessizliği dinledi. Üstündeki ağırlık da hafiflemeye
başlamıştı. Göz kapakları ağırlaştı. Huzuru kısa sürmüş, bilinçsizliğe
bırakmıştı kendini. Ama bu bile iyi gelmişti parçalanmış ruhuna. Ruhu… Kendi
ruhu nerdeydi, sağ kalabilmiş miydi bu savaşlardan?
Eski bir yatakta uyandı. Vakit öğle olmalıydı, hava
bunaltıcı bir sıcaklığa kapılmıştı. Kalbi
tanıdık bir huzursuzlukla sıkışınca tekrar kapadı gözlerini… Yardım istemek
için araladı dudaklarını, bir savaşa daha hazır değildi ruhu. Sonra eskilerden
bir inanış ele geçirdi zihnini, kimse
yardım edemezdi ona. Kaçınılmaz
sona çekildi tekrar. Tekrar… Ve tekrar.







