Sayfalar

5 Eylül 2014 Cuma

Son Yazı

Bir bahar sabahına uyanmışım sanki
Pembeye boyanmış dallardaki tomurcuklar
Yeşiller çocuk, gökyüzü mavilenmiş
Bulutlar yeryüzüne inse şaşırmam hiç
Bugün eteklerim bile neşe saçıyor
Ellerimde avuç avuç umut var
Bir peri durmadan şarkılar söylüyor
Sarılmak istiyorum tam da şu anda tüm insanlara
Tutup bir küçük eli, çıkmak istiyorum yalnızlık nehrinden
Güvenmek ve yıkmak duvarlarını kalbimin
Tüm varlığımı ortaya koyup öyle yaşamak istiyorum.


Bir küçük deniz kızı, bir küçük gri gölde yaşardı uzun zaman önce. Yalnızlık tek arkadaşıydı. Kendi kendiyle olurdu uzun sohbetleri. Mutluluk her sabah doğardı penceresine. Bembeyazdı içi. Gülümsemeleri kırıktı, temkinliydi. Duvarları vardı dört bir yanında. Büyük hüzünler gelip de çalmasın diye mutluluğunu…
Bir gün bir küçük kız gelip çaldı kalbinin kapısını. Geldi de çıkardı onu bu gri gölden. Küçük ama sağlam elleri vardı. Geceden bir parçaydı gözleri... Duvarları yıkıldı, yerle bir oldu içinde büyüyen sevgiyle, tüm kalkanları. Korunmasız ve apaçık bıraktı kalbini. Alıp ortaya koydu tüm varlığını. Kuyruğunu kesip attı bir çift ayak için. Gitmek için küçük kızın peşinden. Yalnızlığı bırakıp çok uzaklara gittiler ikisi. Yolundan çıktı başka yollara saptı deniz kızı. Kaybetti yönünü. Tek pusulası o gelen küçük kızdı artık.

Mutluluğun en büyüğünü gördü gözleri. Neşeyle uyandı her güne. Sevginin pembeliği ve tatlılığı ile geçiyordu zaman. Hayat çok güzeldi. Neden kapatmıştı sanki kendini o duvarların ardına. Neden mahkum etmişti kalbini renksiz bir yalnızlığa.
Bir sabah geceye uyandı. Bir daha hiç doğmayacakmış gibi kararmıştı dünyası. Yıldızların hepsi dökülmüştü. Ne bir dilek hakkı vardı ne de yürüyebileceği bir yol kalmıştı. Yerle bir olmuştu dünyası. O küçük kız yoktu artık. Bomboş kalmıştı elleri. Kimsesiz kalmıştı büsbütün. Yakınlarda bir yerde paramparça olmuş kalbinden keskin parçalar buldu. Dokunamadı. Kesildi elleri.
Kalkıp ayağa, yürümek istedi. Bundan önce yalnızdı yeniden yapabilirim sandı. Ama burası o güvenli gölü gibi değildi. Hiç görmediği tehlikelerle doluydu. Karanlık durmadan çelme takıyordu ona. Düşmeleri ezber etmişti artık. Yara bereyle yıpranmıştı ruhu. Hastaydı çok. Ne gücü kalmıştı ilerlemeye. Ne de durmaya cesareti vardı. Kızdındı. Onu bırakıp gidene kızgındı. Kendine kızgındı. Güvenmenin en acı halinde kirpiklerinden saç tellerine değin yanıyordu.

Ve bir gün, onu gördü. O küçük kızı. Büyümüştü. Bir koca kadın olmuştu artık. Üzerinde günahlardan yapılmış öfkeli bir elbise, yakılmış sözlerin üzerinde salınıyordu. Rüzgarda uzadıkça uzuyordu saçları. Ve gözleri tüm parlaklığını yitirmişti sanki. Donuk bir karanlıktan ibaretti sadece.
Ağlayarak uzaklaştı oradan. Koştu günlerce. Hiç durmadı. Bakmadı ardına. Bakamadı. Öyle çökmüştü ki üzerine bir korku. Artık korkusu tüm insanlığaydı. Hatta tüm geleceğe. Temizlenemedi bu histen. Çekip atamadı bu miskin duyguyu üzerinden. Elleri titrek olmuştu, kalbi büyüyüp sığmaz olmuştu göğsüne, zihni ona anlaşılmaz oyunlar oynuyordu her gece. Kendinen bile kaçmak istedi. Ama insan herkesten kaçar da bir kendinden kaçamazdı işte. O an anladı ve durdu. Kaçmak değil, savaşmak kurtarırdı onu bu dertten. Olduğu yerde döndü ve boğazına dolanan o duyguya çekti kılıcını. Hiç durmadı ve kesti. Kırmızıya boyandı gece. Bir mürekkep gibi yayıldı kopkoyu kızıllık, siyaha. Kurtulmuş muydu artık küçük, kuyruksuz deniz kızı?





Yaşamak bencillik, var olmak için yok etmektir.
Sevmelere aç, duvarlarında nöbet tutmaktır kalbinin
Şarkıları boşuna dinlemektir mesela
Nefes alıp, nefes vermektir yalnızca.
Merhameti ancak kendine kadar hissetmektir.
Tutmamak ve bir anda bırakabilmek demektir elindeki eli.
Vicdanını söküp atmak, çocukluk anılarıyla bir köşeye
Ve sevgileri, öldürmek demektir, dilinden kalbine geçmeden.

Bencil olmayan var olamaz bu kirli dünyada.
Öyle sevmeler falan zayıf düşürür insanı, yıkıp da duvarlarını.
Şarkı dediğin bir solukta tükenmeli, öyle çok düşündürmemelidir.
Nefes alıp nefes vermektir yaşamak bir yerde, fazlası değil.
Merhamet düşürür insanı, olmaz duygulara.
Öyle verdiğin sözleri tutmana lüzum yok hem.
Elindeki eliyse çıkarların için söküp atabilirsin yani
Sana güvenmiş inanmış, bunlar onun zayıflığı senin sorunun değil.
Zira vicdanını daha çocukken bir kuytu köşede bırakmış olmalısın
En mühimi sevgi, sevgi yalnızca birkaç cümleden ibarettir, unutma.
‘Seni seviyorum.’ Diyebilirsin lakin bunu kalbin hiç duymamalı.
Kalbin bu zamana dek orada hayatta kalabildiyse tabii.
Zira taştan tek farkı rengidir bu saatten sonra.

Ve senin şu saksıdaki çiçekten iki farkın var demektir bu halde
Birincisi o mahlûkat bir başka canlıya zarar veremez.
İkincisi ise kendi besinini kendi üretebilmektedir çok şükür.






30 Ağustos 2014 Cumartesi

İkinci Sınıf Günlük Dizi

Ağzımın tadı kaçık bu ara. Aslen ağız tadı değil tabi mesele. Hayatımın tadı nerde? Soru bu, uzun bir zamandır. Cevabı olmayınca gücenip kenara çekilmiş bir soru.
Kalkmıyorum hiç yerimden. Ne duyduğumun ne gördüğümün hükmü var. Durduğum yerde vakti bir asra tamamlıyorum sanki. Zaman mevhumum iki aylık. Hep ağlama. Hep ağlama. Daha doğrusu ağlayamama. Hani gözyaşları barajın önünde birikmiş, bir delikle yıkacaklar o duvarı ama ortada bir çatlak bile yokmuş gibi. Tabi bir çatlak bile yok diyorum ama ortada yıkık dökük bir şehir var efendim. Az önceki yalnızca vaziyeti betimlemek için bir misal. Yoksa ruhani bir tufanın zedeleriyiz nihayetinde. Yaramız beremiz çok. Acımız büyük.
Ama unutmadık gülmeleri de o ayrı. Bilhassa günün o en kirlenmemiş saatleri var ya…Pırıl pırıl sabahlar… İşte o vakitler etrafta görünmez bir rüzgar gibi esiyor huzur. Gönlümün pencereleri açık, perdeleri uçuşuyor. İçeri biraz olsun hava giriyor, hayat giriyor. Nefes alıyorum. Gülmek bir yana mutlu bile oluyorum.
Yazmadım uzun zamandır. Kalem şaşkın kağıt şaşkın. Hiç şaşmasınlar. Kolaydı sanki yazma işi. Bana zor. Ben öyle hiçliğe yazamıyorum. Bir his alev almalı içimde önce. O büyük bir yangın olup yakmalı her yanı. İçimde, gelmiş geçmiş ne varsa bir bir küle dönmeli. Ben, küle dönmeliyim. Parmaklarımı bile hareket ettiremeyecekken hüznümden, kelimeler geçmeli gözümün önünden. Dumanla dolmuş ciğerlerime biraz olsun hava girmesi için peşine düşmeliyim o kelimelerin. Sonunda daha diplere düşeceğimi bilsem de bir tatlı nefes için almalıyım kalemi elime.
 İşte o vakitlerde kalem kağıda kavuşur, tam birleştikleri o noktadan bir ip düğüm alır. Ve ben hüznümü dikerim kağıtlara. Özlemimi, öfkemi… Ve unuttuğum ne varsa küllerinden doğar bir hayalet gibi sarar dört yanımı. Ve ben küllerimden doğarım yeni yangınlar için. Yeniden yanmak için. İyileşmek, yeniden yaralanabilmek için.
Ne gerek vardı şimdi bunları anlatmaya. Bilmiyorum. Ama yazmazsam, ihanet etmiş hissediyorum yazmaya. Sanki uzun müddet yazmazsam terk edecekmiş gibi beni bu yazma işi. Ve ben buna hazır olmadığımı biliyorum. Sırf bu yüzden, unutmamak pahasına hiçbir şeyi, her şeyi yazıyorum.

Hep böyle melankolik mi olmak zorunda diyenlerim çok. Ben de aynısını soruyorum ya yıllardır hayata. Ama böyle yazılmış işte, şimdilik elimizdeki senaryo bu. Biz de isterdik romantik komedi olsun. Hadi romantik kısmı tam bir pembe hayal. Bari komik olsun. Ama yok. Bu muhitlere pek uğramıyor o tür senaryolar. Bizimkisi daha çok ana haber bültenleri öncesi ikinci sınıf günlük dizi.




27 Ağustos 2014 Çarşamba

Kaldırımsız Yollar



Yerdeyim. Öylece oturup düşüşümü düşünüyorum yüzyıllardır. Beni kaldırmak için dahi uzanmamışken hiçbir el, hala beklemekte bir yanım. Lakin dönüp bakan bile yok şu kalabalıktan. Herkesin bir telaşı var. Yetişmesi gereken hayatı, ulaşması gereken geleceği… Benimki de orada duruyor işte. İki adım ötede. Ama dokunamıyorum. Ulaşamıyorum bir türlü.


Taş soğuk ve acımasız. İçimi üşütüyor. Kendime olan öfkelerim bile ısıtamıyor içimi. Üşüyorum. Öyle çok üşüyorum ki, yarı kapalı artık gözlerim. Güneş elini eteğini çektiğinden beri benden hiçbir şey eskisi gibi olmadı zaten. Kalbime sızan soğuk, değiştirdi tüm benliğimi. Daha sert oldu belki çehrem. Ama hiçbir zaman düşmelerden alamadım kendimi. Kalksam ne olacak bu durumda. Bunca koşan insanın arasında yine onların rüzgarına kapılıp düşmeyecek miyim. Ve yine kalkıp içi boş meydan okumalarımla hayata yine yine ve yine yenilmeyecek miyim. Ne yaparsan yap, benim sana biçtiğim elbiseyi giymek zorundasın diyor bana. Kuralları o belirlerken baş kaldırıların karşılığı ne olur biliyorum.


İşte şuradan geçen bir trenin ıslığı değil mi. Alıp gitmiş tüm zaferlerimi. Bir vedam bile yokken ellerimde. Kim inanır bir zamanlar diye başlayan cümlelerime. Susmalı böyle zamanlarda.Gururum bende kalmalı hiç değilse. Uğruna bin kalp feda ettiğim kıymetli gururum…


Yorgunluk ne elem bir vaziyet.


Omuzlarım akşam güneşi gibi çöküp gidiyor artık. Nefeslerim hep yarım yarım. Bana çarpıp geçen insanlar, sevdiklerim. Hala kör bana gözleri. Olsun. Çekildikçe daha çok çekiliyorum içime. Uzanıyorum boylu boyunca sert taşlara. Soğuğa aldırmaz oldu bedenim. Belki kalkarım sabaha. Ama önce güzel bir uyku çekmeliyim.


19 Ağustos 2014 Salı

Sohbet İçinde Kendimle Kendi Kendime

Perdeler dalgalanırken kapanıyor gözlerim. Sığmıyor damlalar göz kapaklarıma. Kirpiklerimden yanaklarıma dek koşuyorlar. Uzakta bir deniz… Hiç dokunamadığım. Kokusu işlemiş tenime.
Bir merdane karnımın içinde. Çevirdikçe çeviriyorlar kolunu. Ellerim birbirine tutunmuş. Ve kalbime sahip çıkmak istercesine üzerine kapanmış. Belki de dua ediyorum. Bilmiyorum. Bu yalnızca bir rüya olmalı. Yoksa ardımda çalan bu şarkıyı anlamlandıramayız.
Günler oldu ki değiştim iyice. Baksan ben aynı ben. Ama kalemimden bile farklı çıkıyor sözlerim işte. Çekildiğim köşede kendimi oyalıyorum. Sevdiklerimin gölgesi yalayıp geçiyor üzerimi. Sığındıkça daha da küçülüyorum yalnızlığa.
İsteyerek oldu. Bile bile yaptım. Planlı değildi kuşkusuz ama pişmanlığa yerim yok hiç. Gidenlerin ardından bakarken bir gülümseme sahipleniyor dudaklarımı. Elzem değillerdi belli ki.Varsın ayak izleri uzansın önümde. Bıraktıkları güzel anılar olsun yalnızca. Geçmişi affetmeye yeminliyim zira.
Kalbim birçok isim çağırıyor yanına. Boşlukta yankılanıyor sesi. Susturmaya çalışsam bir daha konuşmayacak. Biliyorum… Ondan bekliyorum, dinsin yangını.
İnsanlar bırakırlar seni ve giderler diye anlatamıyor insan kalbine. Bir çocuğun inatçılığı sinmiş üzerine. Başkasını bulayım desem de dediğini yaptırmaya yeminli. Alt dudağı titriyor bazen. O vakitlerde kendime kızıyorum. İnsanlara kızıyorum. Dokunulmuyor bana. Dokunulmasın da.
Neden öğrenemiyorum susmayı. Apaçık ortada içim. Susamadığımdan kaçıyorum bucak bucak tüm sevgilerden. Kendi ellerimle sonunu yazmaktan yorgun düştüğümden sırtımı dönüyorum tüm ellere. Kimsenin cesareti yetmiyor ‘bitti’ demeye. İş hep, başa düşüyor.
Korkuyorum çok. Korkularımdan bir ip ördüm. Bir düğüm atıp boynuma geçirdim. Korkularımdan korkuyorum şimdi. Korkmak çözmüyor ipin düğümünü. Ölmek yalnızca on beş santim. Koşar gibi, yüzer gibi hasretlik denizimde, hırçın bir nefes alır gibi, döner gibi tüm sevdiklerime, affeder gibi, ağlar gibi karanlıkta… Ölmek… Yalnızca on beş santim.
Değer mi? Değmez.
Değmez de neden korkmaktan bile korkuyorum öyleyse. İliklerime kadar ince ince işlenmiş bu duygu. Tavşan rüyası. Hep içli hep tekinsiz hayat. Ve insanlar… İnsanlardan insan koruyamıyor kendini.

Uyumak istemiyorum. 


18 Ağustos 2014 Pazartesi

Karmaşada Bir Zavallı Kuşkonmaz

Yazdıklarına dikkat et. Düşüncelerin olur. Okuduklarına dikkat et. Hissettiklerin olur.
Dibe çekildikçe çekiliyorum. Su, kuyu, karanlık… Bilimum sonu belirsiz yerler. Öylece durmak istiyorum. Çabaladıkça daha çok üzerime geliyormuş hayat. Öyle söyledi geçmişim. Geçmiş, doğru yerden bakıldığında büyük dersler verirmiş ya insana. Dökülüp saçıldığım yerlerden geçip toparlıyorum tüm bu dersleri.
Bir hayaletim. Kovduğum tüm insanların ellerinden tutuyorum. Fark etmiyorlar. Yollarında dümdüz ilerliyor onlar. Çevrelerinde dolanıyorum bir gri duman gibi. Geleceklerini görüyorum ileride. Onlar buna kör. Ben bir kendi yoluma yabancı bir kendi geleceğime kör. Susamıyorum.
Başka bir yoldayım başka bir gün. Bulanık ve titrek bir görüntü. Çimenlerde normalinden büyük beyaz çiğ damlaları. Çimenler de normalinden daha koyu yeşil zaten. Ayaklarım çıplak. Geçmişimin üzerinden yürüyorum bir ipin üzerindeymişim gibi. İncitmekten fena korkuyorum lakin incinmeyi umursamıyorum sanki.
Zihnim ince bir kuyuda girdaba düşmüş. Düşüp başladığım noktaya geri dönüyorum. Takılmış plak gibi hayatım. Ne kadar koşarsam koşayım aynı noktaya geliyorum. Neden koşmuşum öyleyse. Saçlarıma gidiyor ellerim. Kurtar beni.
Başka bir akşamüstü aynaya bakıyorum. Kollarımda mora çalan kabuklar. Yavaştan sırtımı dönüyorum. Devamı geliyor parça parça kırmızılıkların. Şarap dökülmüş sanki karlara. Ne zaman oldu bunlar? Dokunmak için parmaklarımı kıpırdatıyorum. Değdiğimde hissedemiyorum hiçbir şey. Ne bir acı var ne de o pürüzlü doku. Pürüzsüz her şey. Dönüp kendime bakıyorum. Hiçbir şeyim yok. Bir çiziğim bile.

Buruşmuş çarşafın içinde uykusuz bir beden. Ne sıcak ne soğuk hava. Hafiften bir karıncalanma ayak parmaklarından kafasına. Soğuk bir el dolaşıyor sanki teninde. Göğsünde kaçınılmaz bir bela. Elinde olsa pencereyi açıp atlayacak. Ve koşacak şafağa. Lakin elde yok, avuçta yok.


KARAR

Şu an tam da şimdi
Ve bundan sonra
Yahut bundan önceleri pek çok kere…
İhtiyaç sahibiyim şahsına.
Kilometrelerce zaman geçti.
Ben çok çalıştım bu boş şehirde.
Yorgun düştüm sonra, yakın zaman kiplerinde.
Körpe umutlara uzanıp göğü seyrettim.
Bulutlardan masal kahramanları yaptım.
Rüzgar topladım dağların eteklerinden.
Sonsuzluğun bittiği yerdeyim şimdiyse.
Kimse bulamayacak beni.
Senden beni bulman için aldığım o söz
Ve dahi hiç değişmeyeceğine dair bir yemin
Koyun koyuna denizin dibinde yatmaktalar.
Kimse bulamayacak onları.
Çaresizlik sımsıkı bir kemer belimde.
Dört yol ağzı geleceğimin,
Zihnim, kafamın boşluklarından sızıyor.
Tutuştur hadi kendini
Yokluğuna öfkem büyüyor.
Sessiz ol

Gözlerimde bir çocuk uyuyor.


4 Ağustos 2014 Pazartesi

Kimse ve Siz

Bir parça keder alıp ellerime avutuyorum kendimi. Sonsuz mısralara uzanıyor içimdeki sözler. Yırtık yeminler ardında gizlenmiş hayal kırıklarım. Hayat kırıklarım. Ne söylemeli, nasıl yatıştırmalı bu kabarmış yüreği? Hangi su serpilmeli alevler içinde kalmış ruhuma.
Saydam sırlar içinde bin bir keskin kelime. Ve sararmış derimde eskimiş yara izleri. Lüzumu var mıydı yenilemenin. Şimdi ne denli derine işlediler haberim dahi yok. Yapmasaydı keşke. Keşke siyaha boyamasaydı beni zihninde.
Şimdi yapayalnızım. Sen,görüp, dokunmuyorsun kimsesizliğime. Önemsiz geliyor belli ki sizlere bu boşluk. Hepsi benim gevşek mizacım yahut zedelenmiş karakterimden olmalı. Lakin avunamıyorum, avutmuyor beni hiçbir şey.
Kendimi unutalı öyle çok oldu ki… Durup bırakmayalı yorgunluğumu bir tebessümde. Bu kışlardan kışlara sonsuz bir yaşam. Ve karlar altında bir tohum kardelene saklı umudum. Açmasa, açmasa yitip gidecek adım, biliyorum.
 Bu yakıcı soğuk, bilir misiniz ki en çok yalnızlara vurur rüzgarını. Bir dost aramakta üşümüş ellerim, yolsuz yordamsız. Sarılıp boynuna, kayığımı kıyısına çekebileceğim bir sessiz liman… Yok. Tuz ve yosun kokmuş arsız ve yabancı binlerce liman. Ve ben yine kimsesiz. Yersiz, yurtsuz, mecalsiz. Kimse dönüp de bakmıyor gerçekten.
Omuzlarım üşüyor en çok. Omuzlarım ağrıyor en çok. Omuzlarım kırık en çok.
Bir örten olmadı omuzlarımı bir tutan olmadı ve sarsıp beni kabuslarımdan uyandıracak.
Tutuyor sağ elim sol elimi. Yüzüm kendi omzuma dayalı. Gözlerim boşluk. Dudaklarım dikili. Göğsümde bir hiçliğin ağır darbesi. Nefes almak güç azizim. Nefesler pek değerli. Kim sardıysa parmaklarını boğazıma, emelinde başarılı olacak belli ki.
Hiç olmadık bir anda ayaklanıp tepeden tırnağa asi bir cesarete bürünüyorum. Dağları, tepeleri aşarım sanıyorum. Dünya bana dar. Lakin cılız bir mumun sönüşü gibi tek nefeste ve bir anda sönüveriyor bu deli cesaret. Arda kalan, mum tabağında birikmiş korkular. Kime anlatabilirsin bunu. Yaşamayan gülüp de geçmez mi. Gülüp de geçerek seni bir kez daha yere sermez mi.
Susacaksın, yasaklayacaksın içini el mecbur. Dudaklarını dikeceksin birbirine. Gözlerine bir sahte parıltı koyup kendi rolünü kendin yazacak ve her akşam kendine bir kez daha yalan söyleyeceksin. İçindeki küçük çocuk kanacak sana. Ve rüyaların hesap soracak her gece. En kuytu köşelere kaçacak uykun.  İşte şimdi uykundan da oldun.

Daha fazla yazamayacağım doğrusu. Bir cinayet ve hatta kendime ihanet bu. Bir taze yarayı kaşımaktan öte bir şey değil.Tırnaklarımın arası acı. Göz pınarlarım sessiz. Ve ben hep, kimsesiz.

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Yıldızlara Öfke

Söyleyeceklerim pek çok aslında. Ama kelimeler taşıyamaz hiçbirini. Eğip büküp, kırpıp köşelerini, işte böyle anlatmaya çalışıyorum.
Adaletsizliğin ölümüne kol gezdiği bu dünyada yaşamaya çalışmaktayız.
Ne güzel söylemiş şair, ‘Bu ne çıldırtan denge, yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe.’
Onların derdi var boyumu aşar, onların derdi var üflesem söner. Bir hayat ki üşütürken yakıp, açarken solduruyor. Geçmiş, geçmemek için kazık çakıyor ömre. Ve fırtınanın ardından yıkılıp dökülenleri topluyoruz hep biz.
Kabul edemiyorum. Hayatın o acı nefesini yüzünde hiç hissetmemiş insanlar nasıl oluyor da oturdukları yerden vatan millet Sakarya diyorlar. Yahut parıltılı hayatlarında bir yıldız eksik olunca sızlanan bu varlıklar, içi bomboş kalmış bizlere dert anlatıp, hayatın zorluğundan dem vuruyor. Görmüyor mu gözleri karanlığı. Anlayamıyorlar mı bir insanın gözlerindeki yalnızlığı ve o saf sızıyı. Saygı duymayı dahi beceremez böyleleri yıkımlara. Onlara göre kalkmalıdır karşısındaki her daim ayağa. Ötesi melankoli ötesi zayıf karakterliliktir. Ki nereden bilecekler ki kalkmak isteyip kalkamamayı, içinde mutluluk arayıp bulamamayı. Bilemezler. Anlayamazlar. Ve dahi anlamaya da çalışmazlar.
Bugün bayram millet. Bugün sevinç günü, bugün renklerin günü. Lakin bu yalnızca o yaldızlı hayatların masalında böyle. Geri kalanlarda ise kademe kademe solan renkler ve en sonunda dipsiz bir karanlık var.
Ölmeyi göze almış çocuklar, yıkık dökük camilerde namaz kılan Müslümanlar, çocuklarını ve namuslarını düşünmekten perişan olmuş kadınlar, kimsesizliğin kol gezdiği topraklar… Ve tüm bunlara oturdukları o yumuşak koltuklarından beş dakika üzülüp vicdanlarını susturmak için iki kelam yazıyorlar. Bazılarının haberi bile yok, öyle yüksekteler ki göremiyorlar olanları.
Baba parası yemenin yahut baba güvencesinin tadına varmış insanlar, köşede ona umut verecek ayağa kaldıracak birileri hep var olan insanlar… Sizden nefret ediyorum. Dayanamıyor ve kabul edemiyorum sizi. Karakterinizin iyiliği dursun kenarda, geldiğiniz mevkilerde unuttuğunuz hayatın gerçekleri adına kızgınım size. Çok kızgınım.
Benim de var pek çok arkadaşım böylesinden. Ama devam edemiyorum. Bu uçuruma tahammül edemiyorum. Kıskançlık belki böylesi. Öyle olsun varsın. Ben hiçbirinin parlak yıldızında değilim, ben hepsinin içinden sildiği empati duygusunda, yerine koyduğu duyarsızlıktayım.


İyi bayramlar olsun.

27 Temmuz 2014 Pazar

Bir Yalnızın Teşekkür Mektubu

Teşekkürler.
Teşekkürler beni bu karanlığımla baş başa bıraktığınız için.
Teşekkürler kendi sevinçlerinizde boğulup beni unuttuğunuz için.
Teşekkürler anlamaya çalışmadığınız ve sorgulamadığınız için.
Teşekkürler bu zor zamanlarımda yanımda olmayacağınızın altını çizdiğiniz için.
Teşekkürler kara gün dostum olmadığını yüzüme bir tokat gibi vurduğunuz için.
Teşekkürler bana iliklerime kadar yalnız hissettirdiğiniz için.
Teşekkürler arkadaşlığın yalnızca gülüp eğlenmek ve iki teselli sözünden ibaret olduğunu bana gösterdiğiniz için.
Teşekkürler kimsenin kimse için üzülemeyeceğini kanıtladığınız için.

Teşekkürler.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Bittin

Bırak artık sığınacak bir liman aramayı falan. Kimse korumayacak seni hayatın hırçınlığından. Kimse tutmayacak elinden, kimse kaldırmayacak seni yerden. Kimse, hiç kimse kolaylaştıramaz bunu. Kimse çekeceğin acıyı dindiremez. Çok acı çekeceksin. Darmadağın olacaksın. Kabullen bunu. Ve bunu bile bile şimdi kalk yerden. Topla dağılan parçalarını. Savaş başladı bile. Herkes yolunu aldı. Sense sadece bir yığın yara aldın. Boş geçen onca zaman. Aslında boş değil, umut etmekle geçen diyelim biz ona. Ve şimdi kurduğun tüm hayallerin altında kaldın.
Neden inandın. Neden umut ettin. Sen hazırlamıştın kendini pekala bu sona. Neden kandın başkalarına. Aptalsın sen. Hep aptaldın. Ve öyle kalacaksın. Bu halinle daha nasıl acılara mahkumsun kim bilir.
Miden mi bulanıyor geleceğine bakınca, kalbin mi çarpıyor, için mi sıkılıyor. Haklısın. Ama hakkın yok. Hakkın yok mızmızlanmaya. Sen yaptın bunu. Şimdi ağlamaktan daha iyisini yap. Parçalarını topla demiştim sana. Hala dolu gözlerle bakma bana.
Şimdi her şeye yeniden başlayacaksın. Hiç yapmamışsın gibi. Çok sıkılmıştın değil mi. Sınırlarını zorlamanı izleyeceğim. Bu yükün omuzlarını kanatmasını izleyeceğim.
Korkuyor musun?
Kesinlikle korkmalısın.

Kesinlikle…

20 Temmuz 2014 Pazar

Huzuru Kovalamak

Gürültüler büyüyor kafamda.Bir alev parçası sıçrıyor sanki üzerime. Sussalar keşke. Keşke yalnızlığım sessizlikle taçlansa. Olmuyor. Hiç olmuyor. O kulaklarıma dokunduğu anda uğultuya dönüşen ses, peşimi bırakmıyor.
Anlatmaya çalışıyor, anlatamıyor ve anlatamadıkça daha da hevesleniyor. Öfke çizikleriyle çınlıyor sesi. Ve bu keskinlik zihnimi yırtıyor. Ben de bağırmak istiyorum. Susması için. Düşüncelerimi kaçırıyor bu karmaşa. En güzellerini yok ediyor. Biçimsiz olanları kalıyor geriye.
Müzik dolduruyorum sonra kulaklarıma. Yine de aradan sızıyor bu vahşilik. Başıma ağrılar dolanıyor. Öfkem boğazıma düğümleniyor. Bir an olsun duramıyor karmaşa. Düzelemiyor. Kendimi soyutlamaya çalıştıkça iğneler batıyor derime. Gözlerim kapanıyor çaresizlikten. Uyuyup kaybolmak istiyorum uykunun dinginliğinde. Lakin bilinçaltımın karmaşası da muhalefet dinlenmeme.
Huzuru kovalayıp duruyorum hep. Farklı mekanlarda farklı zamanlarda… Ne o duruyor ne ben uzanabiliyorum ona. Bir kabusa öykünüyor hikayemiz, çocukluktan kalma. Ne kadar koşarsam koşayım oynayamıyorum yerimden. Bağırmak için açtığım ağzımdan sessizlik fışkırıyor. Uyanamıyor ve uyuyamıyorum. İncecik bir çizgide sendeliyorum. Ve bilincimi yitirip her şeyin bittiğini zannettiğim her anda, yeniden doğuyorum.
Huzur koskoca bir deniz. Ufukta gökyüzüne değiyor, belki biraz güneş bulaşmış kenarına. Bir avuç yeter de artar, bana önümdeki bu uçsuz bucaksız maviden. Ama ne zaman ellerime alsam, parmaklarımın arasından sakince akıp gidiyor. Zaman gibi… Kaygısız ve umursamaz.
Bardakları çatlatan bir yağmur başlıyor sonra. Şiddeti tenimi yakıyor. Susuyorum… Susuyorum ama bir damla bile düşmüyor dudaklarıma. Gözlerimi kapatıp bekliyorum. Donuyor içim. Hayattan soğuyorum. Ama hiç gitmiyorum. Gitmeyi bir an dahi geçirmiyorum aklımdan.
Hala peşinde olduğum bir huzur var, geceleri bana ninni söyleyen hayallerim…Bırakıp gidemeyeceğim kadar mühim isimler yazılmış kalbime.

 Hayatımın tüm bozuk yerlerinde aynı parmak izleri duruyor. Daha yakından bakınca onların bizzat benim olduklarını görmem zor değil. Suçlamalarım yersiz düşüyor bu durumda. Daha konuşulacak bir şey yok zannımca. Ben yazdım bunu. Ve elbet ben oynayacağım. 

15 Temmuz 2014 Salı

YOK




Bir ateşin ortasında kaldım kaçışsız.
Küllerim bile yanıyor.
Ama hala inanmaktayım gelecek günlere.
Bu ateş öldürmez insanı, yalnızlık kadar.

Affedilmek için çok karanlık 
Yargılanmak için fazla başıboş... 
Tutup kolumdan kovsalar onu da anlayacağım
Lakin dokunmayı dahi günah sayıyorlar.

Ne saygısı kaldı suretimin artık
Ne de tahammülü yalan yanlışlara.
Aldanıp da düşen kendi kurtulsun diyor da bir yanım,
Diğeri merhamet denizine mahkum

Bayrağımı diktiğim dağlar karlı 
Dokunduğum her kalp yaralı
Tüm kaleleri yıkık yenik bir komutanım ben

Mahcup dönmelerim, her geceye.

Çalacak bir kapı yahut sapacak bir yol yok.
Hiçbir şeysiz ve hiçbir yersizim.
Bir parça ay doğsa içime
Gözyaşlarım denize varacak.







27 Haziran 2014 Cuma

Nereden başlamalıydı şimdi yaşamaya. Sanki tüm yolların önünde bir taş tüm çıkışların ardında bir felaket vardı. Ne bir adım ileri gidebiliyordu ne de geri. Olduğu yerde ağrıyan bacaklarına direniyordu yalnızca. Elbet son bulacaktı bu bekleyiş. Lakin anlamıyordu, anlamlandıramıyordu olanları. Neden yaşıyordu tüm bunları. En basitinden şu bekleyiş bile ne kadar gereksizdi ona göre. Çekip gidebilmeliydi, dönüp bakmadan koşabilmeliydi korktuğu o çıkışlara. Şimdiye dek öyle yapmamış mıydı hep. Bu hal ona  artık bambaşka biri olduğunu fısıldıyordu işte. Ve düğümlenip kalıyordu tüm fikirleri bu noktada. Söyleyecek ne tek kelime sözü kalmıştı ne de bir damla gözyaşı. Yaptığı her şeyi sorguluyor, sonuçlarını hesap etmekten yorgun düşüyordu.
Bomboş sokakta düzensiz adımlar atmaya başladı. Evine gidecekti. Bu çıkmaza orada devam ederdi en azından. Hem bu kemiklerine işleyen soğuğun onu hasta etmesini, ruhu gibi bedeninin de hasta düşmesini istemezdi. Şimdi gözüne olduğundan daha kasvetli görünen evleri ardında bırakarak taş yolda yürüyordu. Kalın paltosunun ceplerine soktuğu ellerini çıkartıp atkısını düzeltti. Havalar ne zaman düzelirdi acaba.
Nihayet evine ulaştığında bir parça dağıldı zihnindeki bulutlar. Işıksız merdivenleri dönerek çıktı ve evinin kapısını alışkanlığın vermiş olduğu bir çabuklukla açtı. Paltosunu yerine asıp mutfağa yönlendi.
Porselen fincanına sıcacık çayı doldururken yüreği ısındı sanki. Ne çok seviyordu şu çayı. Fincanı alıp pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Yola bakıyordu penceresi. Gelip geçenleri izlemek oyalıyordu onu. Şu yaşında, hayatında oyalanacak pek az şey kalmıştı zaten. Taş yolda yürüyen insanlara bakar nasıl bir hayatları olduğunu düşünürdü. Bu kendi çıkmazlarından bir nebze uzaklaşmasını sağlardı. Zihnindeki çarpık fikirler durulur, hayatının sessiz gürültüsünden kurtulurdu.
Yalnızdı epeydir. Ne çocuk kalmıştı artık yanında ne de hayat arkadaşı. Dostları dahi tek tük uğrar olmuştu. Yalnızlık öyle kasvetli gelmiyordu artık. Bir başkasının gözlerindeki ifadeyi sözlerindeki kinayeyi yahut ruhundaki eksikliği kendine dert etmekte kurtulmuştu. Düşünse de bulamıyordu. Toplasa bir elin parmağını geçmeyecek sayıda hataları vardı. Ama ne büyümüştü hepsi insanların ağzında. Ne kadar ezici olmuştu da kamburlaşmıştı sırtı.

Bir yudum aldı soğumaya yüz tutan çayından. Hep böyle oluyor diye düşündü. Dalıp gidiyor, çayı içemeden soğuyordu. Hayattaki fırsatlar gibi. Fark ettirmeden geçip gitmişlerdi, çayın dumanı gibi.



23 Haziran 2014 Pazartesi

YOLUN SONU




Bitmiş savaşların hikayeleri dolanıyor hala zihnime.
Unutmayı ne zaman unuttum
Ne zaman yenildim yer çekimine.
Gözlerimdeki ışığı hangi rüzgar söndürdü
Hangi tepeden düştü hayallerim.
Bir son dolanıyor ayaklarıma
Koşamayacak kadar yorgunum şimdilerde
Bırakıp gidemeyecek kadar umutlu…
Ne garip şey şu umut.
Karanlığımın ışığı olmuşken
Şimdi bir duman gibi ciğerime doluyor
Nefeslerimi çalıyor benden.
Felaket bir sel gibi ufuktan kopup
Dört nala kalbime geliyor.
Çocukluktan kalma bir alışkanlıkla
Kapatıyorum gözlerimi,
Bulutları düşlüyorum.
Pamuktan, rengi pembeye öykünen bulutlar…
Altlarında savaş meydanları.
Bitmiş savaşların hikayeleri dolanıyor hala zihnime.
Kaçamıyorum.
Kaçmak ihtimalsiz bir çare şimdilerde.



SAVAŞIN ORTASINDa



Kolay değil yaşamak
Hiçbir an hiçbir can için.
Biz bu dünyanın maceraperest ruhları
Zoru seçmişiz vaktinde
Şimdi ölesiye şikayete vuruyor dilimiz.
Hani yaşama sevincim
Hani nerede umutlu yarınlar
Hangi kaybımın kıyısında unuttum onları
Hayat yolları uzundur kahraman,
Hayat yolları karmaşık....
Olmadan yaşama sevinci
Dayanmak imkansızlığın kıyısına vuruyor böyle
İnsanız nihayetinde.
Uyduruk zaferlerle şahlanan bir atın üzerinde
Dört nala ölüyoruz.